10 Ocak 2016 Pazar

TROYA ANTİK KENTİ COĞRAFİ YERİ VE ULAŞIM



Troia, Çanakkale Boğazı'nın Asya kıyısında, Karamenderes (Skamander) Nehri'nin Ege Denizi'ne döküldüğü deltaya yakın bir yerdedir. Burası, söz konusu çevre içindeki tarihöncesi yerleşmeler arasında en büyüğü ve en önemlisidir. Troia höyüğü, Karamenderes Nehri'nin (Skamendros) oluşturduğu alüvyonun ovasından yaklaşık 20-25m yükseklikteki bir platonun üstünde yer almaktadır. Üçgen biçimli plato, başlangıcı yaklaşık M.Ö. 3000‘e tarihlenen savunma sistemli bir yerleşme için stratejik bir konuma sahipti. 


O dönemlerde, deniz, höyüğün bulunduğu yükseltinin kuzeyine kadar ulaşmaktaydı. 2000 yıl süren Tunç Çağı'nda, yerleşmedeki kültür dolgusu 15 metreye ulaşır. Troia, iki kıta (Avrupa ve Asya) ve iki deniz (Ege ve Karadeniz) arasındaki stratejik konumu nedeniyle binlerce yıl yerleşim görmüş ve bu nedenle pek çok yıkım ve savaşa tanıklık etmiştir


İki kıta arasında ticaret yolu üzerinde yer alan bu yerleşme, tarihte birçok doğal afet ve savaşla karşılaşmıştır. Kent tarih boyunca 9 kez yıkılıp yeniden kurulmuştur. Günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce kurulduğu düşünülen kent, yaklaşık 3500 yıl boyunca önemli bir yerleşim merkezi olmuştur.







Kentin bulunduğu ve adını verdiği, bugün yaklaşık olarak Çanakkale İlinin Asya kıtasında temsil eden tarihsel bölge Troas (ya da Troad) olarak adlandırılır


Yalnızca Avrupa değil Anadolu ve dünya tarihi ve edebiyatı için büyük önem taşıyan Troia Bölgesi, 1996 yılında "Tarihî - Millî Park" ilan edilmiş ve 1998 yılında Dünya Kültür Mirası Listesinde yerini almıştır

2016 YILI TÜRKİYE'DE   UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİNE ALINAN YERLER

Bugün Truva (Troya) Antik  kentin yeri ve kalıntıları  Çanakkale İli dahilinde  Çanakkale Boğazı güney girişinde , Erenköy (İntepe) Köyü , Tevfikiye (Asarlık) köyü yakınında Hisarlık (eski Pergamos) mevkiinde ovaya egemen bir tepecik üzerindedir.Çanakkale İl merkezine 30 Km. mesafededir. 

Troya'ya  Çanakkale-İzmir yolu üzerinde yaklaşık 30.km sinde  Çıplak ve Tevfikiye köyüne ayrılan yola girilerek 5 km sonrasında ulaşılabilir.


Toplu taşıma ile gitmek isterseniz de şehir merkezinden kalkmakta olan otobüs ya da minibüsleri kullanarak da antik kente ulaşabilirsiniz.

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı örenyeri statüsündeki Troya Antik Kentine giriş ücreti 2015 tarihi itibariyle 20 tl'dir. Türkiyede'ki tüm müze ve örenyerlerinde olduğu gibi Müzekart ile de giriş yapılabilir. Antik kentin ziyarete açık olduğu saatler aşağıdaki gibidir. 

Nisan-Ekim                                                Kasım-Mart
Yaz Açılış Saati: 08:00                            Kış Açılış Saati: 08:00
Yaz Kapanış Saati: 20:00                        Kış Kapanış Saati: 17:00





Yararlanılan Kaynaklar
Ø  http://www.muze.gov.tr/tr
Ø  http://www.kulturvarliklari.gov.tr
Ø  http://www.e-sehir.com
Ø  http://cekirdekgezi.blogspot.com.tr
Ø  http://www.canakkale.gov.tr
Ø  http://www.arkeoloji.biz
Ø  http://www.canakkaleili.com

27 Aralık 2015 Pazar

YOLCULUK BAŞLIYOR- Bir Efsane Bir Tarih Troya

Truva; bir efsane mi yalnız? Dilden dile dolaşan bir aşk masalı mı sadece? Yoksa gerçekten yaşanmış dehşetli bir savaş meydanı mı? Ya da hesabı 1915 Çanakkale harbine kadar uzanan derin bir hesaplaşmanın başlangıcı mı?



Gizemini belki de yıllarca koruyacak olan tarihi bir sır bu. Öyle gerçek ama öyle düşsel. İnsanın kendisi gibi iç içe aslında hayal ve gerçek. Ne anlatılanlar dile geldiği kadar gerçek, ne aslında olanlar efsaneden daha az masalsı. Ne olursa olsun tarihin en büyük kavgalarına kadar en şanlı medeniyetlerine de ev sahipliği yapmış bu şahane kente başka bir büyü katan bir destandır Truva. Ne ilginç ki bu cümleyi kurduğumda bir diğer tarihi mücadeleyi anlatan aynı deyişi hatırlıyorum. “Bir destandır Çanakkale”. Zaten okudukça bu iki tarihi olay arasındaki benzerliğin sadece bu olmadığını göreceğiz.Bizim Truva ile tanışmamız biraz tesadüf eseri oldu aslında. Her ziyaretimizde karşılaştığımız her güzelliğiyle bizi kendine aşık eden bu şehre bağlılığımızı bir kat daha arttıracak şeyle  buluşmak bu gidişimize kısmetmiş meğer.


Çanakkale şehrine bu seferki ziyaretimizde “bir farklılık yapalım ve şu ünlü antik şehir Truva’yı gezelim” önerisi ile başladı her şey. Gittiğimiz yerde sağda solda gördüklerimizin öylesine alalede taşlar değil bize tarihini fısıldayan bilge anlatılar ve değeri gibi kıymetli parçalar olmasını istedik. Böylece bilmeden bizim memleketin harikalar diyarına adım atmıştık çoktan.

Az çok bilgimiz vardı okul yıllarından fakat öğrendiklerimiz bir tahta at figürü üzerinden kısa ve etkisiz bir öyküden öteye geçmiyordu. Daha fazlasını araştırmakta geç bile kalınmıştı oysa. Çünkü koskocaman bir tarih yatıyordu bu topraklarda. Belki Anadolu kültürünün ilk filizleriydi, dünya uygarlığının ilk temsilcileriydi belki de burada yaşayanlar.

Öncelikle öğrendiğimiz sağlıklı bilgilerin bir çoğunun kaynağının Sinan Meydan’ın “Son Truvalılar” isimli kitabı olduğunu belirtelim. Bizi gençler olarak tarihe çağdaş bakışla ve merak edilen tarihle tanıştıran Sinan Meydan’nın bu önemli kitabı rehberliğinde tarihimizin büyük kahramanları Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Truva üzerine sözleri, bu konuya bilinçli olarak eğilmeleri bizi daha çok heyecanlandırmıştı. Fatih İstanbul’u fethi sonrasında Mustafa Kemal Çanakkale harbiyle Truvalıların intikamının alındığı iddiasıyla bu bölge tarihine dikkat çekeceklerdi. 


Bu yoldan ilerleyerek olayın çıkış noktası olan Homeros’un İlyada’sı başta olmak üzere ulaşabildiğimiz bir çok kaynaktan bilgi toplamaya çalıştık. Ve bu bilgiler ışığında gezdik bir tarihin doğduğu toprakları ve kulak verdik taşların bize anlattığı tarihi masala.


Anlatılan hikaye mitoloji ile iç içe, ayrılmaz biçimde birbirine girmiş haldedir. Başta da söylediğimiz gibi bu yüzden masal kadar gerçek gerçek olduğu kadar masaldır.


 Truva kraliçesinin oğluna hamileliği sırasında gördüğü korkunç rüyanın kahinlerce şerre yorulması ile başlar olay. Tavsiyeleri dikkate alan kralın küçük oğlunu ormanlık alana ölüme terk etmesi fakat hayatta kalıp büyüyen Paris’in ortaya çıkıp bir şekilde evine dönmesiyle devam eder. Prensliğe dönmeden önce çobanlık yaptığı zamanlarda 3 tanrıça arasındaki güzellik yarışmasının hakemliğini yapmıştır Paris ve dünyanın en güzel kadınına sahip olma vaadi karşılığında Afrodit’e vermiştir birinciliği. Bu dünya güzeli yıllar sonra karşısına krallığının ezeli rakibi Sparta kralının karısı Helen olarak çıkacak ve kendisine verilen vaatten mi gerçekten büyük bir aşktan mı bilinmez ülkesi Truva’ya kaçırır güzel kadını Paris. Neden – ya da bahane olacağı dehşetli savaşların sonuçlarını sanırız kendisi de tahmin edemezdi. Nihayetinde daha milattan binlerce yıl öncesinde dünya, iki zıt kutbu; Doğu-Batı medeniyetlerinin çarpışmasına şahitlik edecekti böylece.



Ne büyük bir aşkın intikamı ne salt iki tarafın üstünlük kurma çabasına benziyordu sonrasında olanlar. Okuduklarımızdan anladığımız dehşetli zamanlar gerçekten bir devrin yok oluş ya da yeniden doğuş sancılarıydı besbelli. Yıllar süren mücadelede asıl kaybedenin ise acı çeken masum halklar olduğunu tahmin etmek bugünden bakarken hiç de zor değil. Yıllarca devam eden savaşlar sonrasında tarih sahnesinde resmi olarak kaybeden, savaş meydanında değilse de tahta bir at hilesiyle Truvalılar oluyor. Bu kaybediş adeta Mustafa Kemal Cumhuriyetine değin yüzyıllarca bu topraklarda yaşayacak milletlerin ortak kaderini çiziyordu-savaşta yenilmeyip masa başında türlü oyunlarla kaybetme talihsizliği. Sadece bu bile acaba Truvalılar bizim atamız mıydı sorusunu düşündürüyor insana.

Her neyse işin efsane kısmı burada sona eriyor. Truva adı macera ruhlu, okuduklarına yürekten inanmış ve aslında tarihsel büyüsünden çok define bulma heyecanı peşindeki bir Almanın amatörce kazılarına dek bir hikayeden ibaret kalıyor tarihte. Sonrası halen çalışmaları devam eden arkeoloji biliminin işi. Fakat böylece Truva’nın hikaye kısmının yanında gerçekliği de kanıtlanmış oluyor. Tarih gün yüzüne çıkıyor.


Peki kazı alanına yerli turizmin bir parçası olarak gezi amaçlı gittiğimizde görüp hissettiklerimiz nelerdi? Her şeyden önce o geniş alandaki taş ve toprak yığınlarına baktığımızda ilk aklımıza gelen şeylerden  biri bizden yıllar sonrasında bizim hikayelerimizi anlatan bunca kanıtın kalıp kalmayacağı sorusu idi. Tabi doğaya karşı davrandığımız bu hoyratlıkla yıllar yıllar sonra yaşanılabilir bir dünya hala var olursa. Olsa da bizden kalanların bu denli mana yüklü olmayacağı kesin. Çünkü taş beton gibi değildi. Bugünkü tuğla ve beton yığınları kalmaz yıkıldıktan sonra, kalsa da taşın anlattıklarına ortak olamaz. İnsan elinden bağımsız var olan taşlar yüzyıllardır var olmanın o ağır bilgeliğiyle kendisine şekil veren ellerin, şahit olduğu hayatların, görüp geçirdiği medeniyetlerin kuşkusuz en net kanıtı ve anlatıcısıdır. Belki de bize öyle geldi gezerken bilemiyorum.

Çanakkale şehrinin uzandığı bir diğer kıtasında hissettiğimize yakın duyguları bu kıyıda da hissettik. Binlerce yıllık tarihin üzerinde adımlıyorken bildiklerimiz ışığında hayal gücümüzün ürünü olası sahneler canlanıverdi gözümüzde. Üstelik sadece Truva değil sonrasında aynı topraklarda var olan insanların hayatlarını düşündük. Onların tamamen insan olma ortaklığında paylaştığımız duygularını derinden hissettik. Bir yandan ürperdik kendimiz çok büyük zannetiğimiz bu dünya ve tarih akışı karşısında aslında küçüklüğümüzü acziyetimizi hatırlayarak. Bir yandan da hayranlık duyduk insanlığın atası olabilecek soydaşlarımızın bıraktığı eselere. İnsanı içine çeken büyülü bir atmosfere sahipti Troya. Oraya ait olduğunu hissetmek için kendini sepya rengi karelerde hayal etmene gerek yoktu ya da o coğrafyaya yabancı olduğunu düşünmek yersizdi sadece buradan kilometrelerce ötede dünyaya gelmiş olduğumuz için. Attığımız her adımda içimizde buluyorduk o aidiyet duygusunu. 1915 Çanakkale’si ne kadar bize aitse Milattan önce 2000’lerde de o  kadar bizimdi bu topraklar bu destanlar. Bu açıdan bakıldığında Necmettin Halil Onan'ın kalplere kazınan "Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu yer bir devrin battığı yerdir" dizesinin boğazın  binlerce insanın kanıyla sulanmış iki yakasında yatan tarih için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür elbet. 





Gerçekten tutkulu bir aşk mıydı dünya tarihinin kaderini değiştiren yoksa insanların zaten olması gerektiği için olmuş olayları inandığı en kutsal duygu olan aşk ile süslemesinin bir örneği miydi Truva bilmiyoruz. Bildiğimiz sandığımızdan çok daha büyük bir tarihin tüm sırları ve büyüsüyle bizi o topraklarda beklediği ve Troya’ya zenginliği rüzgarın getirdiği.